Tek akıllı sen misin kızım!
- -23 Nisan Pazartesi’ye geliyor Metin, bir yerlere
gitmeliyiz.
- - Tamam olur, sakin kafa dinlemelik yerlere
gidelim..
Dediler ve plansız yola çıktılar..
21 Nisan Cumartesi günü sabah saat 07:00’de kalktıklarında
bile nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Hem yazlık hem kışlık birkaç parça
eşya alıp anahtarı çevirdiler.
Neden
bilmem bu tatil saflığıma denk geldi. Beynim tamamen durmuş ve canımın ne
istediğini bilemez haldeydim. Gidelim, ama nereye? Yapalım, ama ne?
1. gün.. 21 Nisan
Cumartesi
Kaz dağları ilk ve tek rotaydı. Kuş seslerin içindeki dağ evleri bizim için
inanılmaz ve etkileyiciydi. Özellikle Jippe dağ evi ve İda Natura Otel harika 2 mekan. Harika olmasından sebep ki yer bulmak hele de böyle 3 günlük tatillerde imkansız oluyor. Nitekim öyle de oldu ve biz yolun daha başında kırılıverdik. İkisi de bizim gideceğim tarihlerde doluydu. (Jippe birkaç
bungalovdan oluşan küçük butik bir yer, genelde yoga/meditasyon için gruplar
tercih ediyor ve hop diye odalar bitiyor. Gizli
bahçemi sizinle paylaşıyorum beni pişman etmeyin, dolup taşırmayın lütfen J
) X otele batık, doluydu. Y, Z otellerde de yer yoktu. Biz de alfabenin
başına döndük ama nafile! Tek akıllı ben değilmişim, herkes kaçmış!
Yol
üzerinde TekirdaÄŸ’a gelmeden ‘Åžarköy Çiftlik’te güzel bir kahvaltı yaptık.
Giderken de gelirken de yeri var ama biz Çanakkale’ye giderken soldakine (ters
şeritte/petrol ofisi içinde) girdik. Gözlemesi muhteşem! Kesinlikle tavsiye
ederim. Patatesli gözleme yedim. İncecik yufka da değil, kalın hamur da değil
tam ortasını bulmuşlar ve inanılmaz doyurucu. Serpme kahvaltıları da var ama
biz hızlıca yumurta + gözlemeyi tercih ettik. Ek bilgi; tostları da gayet
başarılı gözüküyordu, yemedik hatrı kaldı.
Bence bir bakın, aklınızda olsun à Tık!
Yol gidiyor, biz gidiyoruz ve hala yerimiz belli değil. Sağımız
solumuz hem yeşil hem sarı. Muhteşem kanola tarlaları ezber bozan cinsten
doğayı sarıya boyamış. Hep yeşil olan ağaçlara inat, mor, pembe, beyaz
çiçeklerle bezenmiş bir sürü ağaçlar vardı. O an karar verdim ki, ilerde
çocuğuma tarlaları sarıya, ağaçları mora boyayabileceğini öğreteceğim. Öğretmeni
sorduÄŸunda;
“Öörtmenim
bu kanola tarlası, Tekirdağ- Çanakkale yolunda çok vardır. Bu ağaçlar da Çin
Morsalkımı ve Erguvan. Tarlaların ortasında olabilir.” diyebilmeli..
Koku bizi aldı götürdü en uzaklara. Sarı, yeşil, mor.. doğa
o kadar cömert davranmış ki ne yanımıza baksak gökkuşağı..
Renkleri ardımızda bırakarak ÅŸarkılara eÅŸlik ediyorduk. Umarsızca gittiÄŸimiz yolun bizi nereye götürdüğünü düşünmeden gülümsüyorduk. Neyse dedik, Çanakkale’ye gidelim de buluruz bir ÅŸeyler. Yer yok!
Çanakkale şehitliklerine kadar gelmişken bastığımız toprakların anlamını bir kez daha görmek için saygı duruşuna geçtik ve tek tek şehitlikleri gezdik. İnanılmaz kalabalıktı, otobüslerin biri geliyor, diğeri gidiyordu. Bu harika bir şeydi ama tabi ki sorgulamadan da geçemedim!
Can cana, yürek yüreğe çarpışan gencecik evlatları görünce
yine tüylerim ürperdi. Nasıl dedim, nasıl geldik bu hale biz. Allah’ım sen bizi
ve ülkemizi koru!
Saygımızı, duamızı ve
minnettarlığımızı huzurlarına bırakarak sessizce yolumuza devam ettik.
Çanakkale bitiyor biz hala nereye
gideceÄŸimizi bilmiyorduk. A CIK MIÅž TIK! Çanakkale’ye gelmiÅŸken şöyle sakince
güzel bir yemek yiyelim dedik ama yol gittikçe sinirler geriliyor, mideler
kazınıyordu. Ha gayret dedik, devam. Şuursuzca kendimizi Bozcaada yollarına
vurduk.
(Çanakkale’den karşıya geçiÅŸ için farklı feribot
güzergahları var. TrafiÄŸe göre tercihinizi yapabilirsiniz. Biz Ecebat’tan
geçmeyi tercih ettik. Feribot çok uzun sürmüyor yarım saatte diğer yakaya
geçmiş oluyorsunuz.)
Ve Bozcaada tabelaları gözükmeye başladı. Adım adım takip
ederek Geyikli üzerinden feribot iskelesine doğru yol almaya başladık.
Hala otelimiz belli deÄŸil!
Feribota gidilen yol üzerinde çok
şirin bir otel bulduk aradık ve yerimiz var cevabını aldık. Sormadan
sorgulamadan “yaz abi bizi, ÅŸimdi Bozcaada’ya geçiyoruz ama akÅŸam saat 22:30’da
geleceÄŸiz” dedik ve gittik.
Arabamızı feribota yakın bir yere park edip
yürüyerek feribota bindik. Normalde 3 saatte bir olan feribot saatlerini 21-23
Nisan arasında saat başına çevirmişler hatta doldukça direkt beklemeden
kalkıyorlardı. Yoğunluğu siz düşünün!
Biletleri gidiş dönüş veriyorlar. Araç 80 TL, yolcu 7 TL. Biz
toplam 14 TL vererek sıra beklemeden prensesler gibi bindik akşam güneşi vuran
feribota.
Yazarın buradaki amacı;
merkezden kalkan bir minibüsle gün batımını izlemeye gidip akşam
feribotuyla da hala rezervasyonu duruyorsa oteline gitmek.
17:45 gibi adaya
vardık. Feribottan iner inmez “Turist Information” kulübesinin oradan servis minibüsleri
kalkıyor. Bizim bindiğimiz minibüs güzergahı şu şekildeydi; yol üzerinde bir
şarapçıda durduk, 10 dk şarap tadım, foto çekimi + Ayazma plajının önünden
geçiş + bir tepede fotoğraf çekimi + batık gemi (gemiyi parçaladıkları için
artık güzergahtan kaldırmışlar, oraya uğramadan geçtik) + Polente feneri dedikleri meşhur rüzgar
güllerin olduğu gün batım seyir tepesi. Fiyatı kişi başı 20 TL. Turlar
değişiklik gösteriyor mu açıkçası bilmiyorum, araştırmaya fırsatım olmadı çünkü
10 dk sonra kalkan bu minibüs günün son minibüsüydü, Hemen bindik.
Bu arada dikkatli okuyucular fark edecektir ki; hala yemek
yemedik! Bilet ücretlerini ödeyip amcaya yalvardık. “ çok açız, en yakından ne
alabiliriz, bey amca” dedik. KoÅŸa koÅŸa Ziraat Bankası’nın karşısındaki bir çay
bahçesinden tavuk döner + güzel bir arpa suyu aldık. Tavuk döner güzeldi, içi
doluydu en azından fiyatı 6 TL- valla martı deÄŸildi ya- arpa sularına da 10’ar
TL verip kese kağıdıyla (poşet kullanımı kesinlikle
yasak!) adada koşturmaya başladık. En azından romantik bir yerde
yiyecektik, martı eti de olsa gün batımına karşı ve can sevdiğimle birlikte.. kim
bilir belki de o yüzden güzel gelmiştir. Romantikliği bir kenara bırakın ama açlığınızı son dakikaya bırakmayın :)
GüneÅŸi 20:00’de batırdık.
Titreyerek.. Donmuştuk. Hava gerçekten inanılmaz soğuktu. Koşarak servise
bindik ve ada merkezine doğru yola çıktık. Hava tatlı tatlı kararırken bizde
feribot saatine kadar ne yapacağımızı planladık, bir arada sızdık tabi.
20:30-40
gibi ada merkezine ulaÅŸtık. 22:00 feribotuyla Geyikli’ye döneceÄŸimiz için
21:30’a kadar vaktimiz vardı. Åžu meÅŸhur Çiçek Pastanesi’ne gitmeden tabi ki
dönemezdim!
Eskiden Çiçek Pastanesi’ndeki damla sakızlı kurabiyelerden ölümüne
yerdim. Haksız mıyım? Bakın bi. Üstüne üstlük bir de kargo isterdim. Fakat şimdi.. bilemiyorum, tüm
Bozcaada ve sakızlı kurabiye hayranlarının beni taşlamasından korkuyorum ama
beğenmedim.. 2 ayrı dükkanları var adada. Ara sokakta ufak bir pastane olarak bir de meydanda halı
sahanın arkasında biraz daha büyükçe, geç saate kadar açık çay bahçesi tarzında
dükkanı var. Birer kahve ve tüm kurabiyelerden birer tane aldık. Kahveler çok
iyiydi. Ama kurabiyeler.. Dedim ya ben ekstra almadım hatta 1 kurabiyenin
yarısını da Metin’e verdim.
Hayal kırıklığıyla adım adım yürüdüm son feribota doğru.
Uykum da gelmişti zaten. Bir kurabiye bu kadar üzebilir miydi insanı, çok
sorguladım.
22:30 gibi Geyikli’ye vardığımızda araçlar trafiÄŸe karıştı, biz
aralarından sıyrıldık. Sakin ve kısa bir yürüyüşle otelimize ulaştık.
Pencereden ay manzarasını seyrederek mışıl mışıl uykuya daldık..
2. gün.. 22 Nisan Pazar
Günaydın, güneş! Pencereden ne de
güzel geliyorsun.
Bi dakika! Dinlenme tatili olmayacak mıydı bu? Saat 08:30’daki uyanışın sebebi neydi?
Bi dakika! Dinlenme tatili olmayacak mıydı bu? Saat 08:30’daki uyanışın sebebi neydi?
Bugünkü plan oradan oraya
savrulmadan sakince geçirilecek bir Pazar günüydü. Üşürüz diye hırkalarımızı,
okuruz diye kitabımızı, yeriz diye fıstıklarımızı aldık ve güzel bir kahvaltı
sonrası yine Bozcaada feribotuna yürümeye başladık. Trafikte boğulan arabalara nanik yaparak
bindik feribota ve güneşin alnımıza vurduğu açık alana oturduk. Saniyeler
geçtikçe güneşi göremez olduk, İstanbul-Adalar vapuru gibi olmuştu ortalık.
Deniz ve güneş manzarasında sadece insan gövdeleri vardı ve bu sadece 1
feribottaki kalabalıktı.
Birilerin üstünden geçerek
feribottan indik, akÅŸam adada yemek yemeden olmaz dedik ve ara sokaklarda gezip
güzel bir yer aramaya koyulduk. Saat daha 12:00’ydi ve akÅŸam için masalar rezerve
edilmişti bile. Sandal Restaurant adadaki en meşhur yerlerden bir tanesi. Battı
Balık ve Simyon’da onu izleyen diÄŸer mekanlar. Sandal’da tuhaf bir çekim var
çünkü diÄŸer yerlerin kapısının önünde menü ve fiyatlar yazıyor fakat Sandal’da
fiyat yok. Görevliyle birlikte içeri girip canlı canlı mezeleri gördüğünüzde
tamam diyorsunuz ya burası olsun. Mezeleri inanılmaz güzel gözüküyordu.
DİP NOT: çok fazla mekanla kıyaslayamam
fakat burası gerçekten diğer yerlere göre pahalı. Mezelerin fiyatlarının yüksek
olmasını anlar ve kabul ederim. Fakat standart 35’lik rakı için 120 TL demeleri
bizi uçurumdan aşağı düşürdü. El yapımı lezzetler için paha biçemem -ki zaten tercihim direkt burası oldu- ama
şişelenmiş ve her yerde olan bir şey için bu fiyatı kabul etmedik. Biraz durumu
anlatmaya çalışınca rakıyı 100 TL’ye içtik. Olumlu bir ÅŸekil miydi, yoksa zaten
kazıklıyorlar da normale mi indirdiler bir yorum yapamayacağım.
(Neler
yediğimizi, sonunda bize patlayan hesabı gün bitiminde paylaşacağım, şimdilik
adanın gündüz haline devam edelim..)
Bir tatlı huzur almaya geldiğimiz
bu yerde kalan son 2 bisikleti de kiralayıp yollara düştük. Arabalardan
kendimizi kurtarıp Ayazma plajına kadar pedallamak ilk hedefimizdi. (Bozcaada merkezden sanırım 6-7 km uzaklıktadır) Hengameyi
atlatınca şarkılar söyleyerek pedal çevirmeye başladık. Kendince spor yapan
ben, bisikletle çıkılan yokuş olduğunda havlu attım. Ne nefes kaldı ne heves.
-Aman! Öldüm ben, bittim ben. Bir daha bisiklet yok. diyerek sızlandığım sırada
yol tatlı bir eğimle pedal çevirmemi durdurdu. Saldım kendimi aşağıya!
Heyoo, ben geldim Bozcaada,
sevdiÄŸimle gezmeye geldim!
Nasıl bir kalabalık! Yollarda in cin yokken vardığımız Ayazma Plajı’nda insanlar arabalarını kenara çekmiÅŸ hoppa cuppa denize atlıyor.
Sahil şeridi gerçekten insan doluydu. Nisan mı yoksa Ağustos bayram tatili mi
anlayamazdınız. Bu kalabalığı pas geçip size bizim gözümüzden Ayazma fotoğrafı
paylaşıyorum.
Plajın karşısında 1-2 tane restaurant var, biz Koreli Restaurant’ı seçtik. Double patates kızartması + 2 bira’ya 52 TL vermenin ÅŸaÅŸkınlığıyla kumların üzerine oturduk. Neyse dedik ya hak ettik buz gibi biraları!
Rüzgar var, esiyor, kumlar patateslerin üzerine geliyor.
Patatesler çıtır değil, yumuşak. Serilip de kitap okumaya ne hacet. Olmadı
dedik. Hadi gidelim.!
Atladık bisikletlere. Uçarak
indiğimiz yokuşu bisikletler elimizde tırmandık. Kısa bir viraj sonrası çok
rahat pedallayarak ada merkezine ulaÅŸtık. Hedef; Kale’nin arkasındaki gizli
bölge.
Hay
aklımıza! Neden ilk buraya gelmemişiz ki. Denize 1 cm kala oturduk, güneş
arkamızda. Sessiz ve kimsesiz. Fıstığımız ve güncel arpa sularımız insancıl
fiyatlarla alındı ve huzura atlandı. Okuduğum Kumral Ada, Mavi Tuna bile anlam kazandı. İçime işledi
her cümlesi. Saat 18:00 olmuşken hah dedim, tatil yeni başladı.
An be an güneşin arkamızdan
gidişini izledik ve gölgelerin gücü adına kalktık oturduğumuz yerden. Yemek
saatine kadar adayı turladık. Sokaklara girip çıktık, müzik duyduğumuz yerde
oturduk ve dans ettik.
Ah be sokakta
olmak ne güzel bir duygu!
Sandal Restaurant’ta
rezervasyonumuz 19:30-21:30 arasındaydı. Bu da demek oluyor ki;1 masayı 2
kiÅŸiye rezerve ediyorlar. Sen askeriye sistemi gibi verilen saate kadar
yemeğini yiyip kalkmak durumundasın. Bir yere mahsus bir şey değil bu, ada
kalabalığından yapılacak bir şey kalmıyor. Ne
yapalım dedik nasılsa 22:00’deki feribotla döneceÄŸiz, kabul ediyoruz.
Deniz ürünleriyle aramız çift
olarak pek iyi değil. Hakkını veremiyoruz açıkçası böyle mezelerin. Biz
ortalama börtü böceksiz şeyler yiyoruz maalesefJ

Girit ezme (3 peynirle yapılan bol Antep fıstıklı bir meze) + Ege Karması (kurutulmuÅŸ domates, zeytin, ceviz, kuru üzüm, kaÅŸar gibi Ege’ye ait ÅŸeyler) + YoÄŸurtlu ot (adadaki bilmem kaç çeÅŸit ot) + Levrek marin + ara sıcak olarak Karidesli peynir köftesi + 35’lik rakıya 210 TL ödedik.
Mezelere
bayıldık, hepsi hop hop kaydı valla ne yalan söyleyeyim. Ellerine sağlık
yapanın ama sorgulamadan edemedik. Bu fiyata biraz söylenip biraz da şükrederek çıktık açıkçası.
Keyfimiz gıcır şekilde feribotla
otelimize döndük. Güzel bir yürüyüş ve sahilde geçirilen vakit sonrası günümüzü
bitirdik ve yarına hazırlık için penceren gözüken ay’a selam söyledik.
3. gün.. 23 Nisan Pazartesi
Günaydın sendromsuz pazartesi,
günaydın uzaklar, adalar, kuÅŸlar…
Akşam yediklerimizden sonra kahvaltı için biraz düşündük fakat bir kahve ve 1 dilim çıtır çıtır ekmekten vazgeçemedik. Sahilin dibindeki masamıza oturduk ve biten tatilimize kocaman gülümsedik. Oyalanmadan yola çıkmak en güzeli olacaktı.
Bakmayın yazmak gibi kolay değildi yaşamak, yorulduk baya!
12’ye doÄŸru arabamıza atlayıp yolları ardımıza bırakarak
düştük evimizin hasretine.
(Buradan bir
ipucu vermek isterim. Eve dönüş için Çardak-Gelibolu feribotu kullandık. 2 oldu
bu güzergah ile trafiği ve araç sırasını atlatıp hop diye geçiyoruz. Siz yine
de navigasyona ve internet sitesine bakmadan aman ha yönelmeyin.!)
Hep derim, biz hem hancı hem yolcuyuz Metin’le. Bu yüzden
bir yanımız gitmeye merak, bir yanımız dönmeye..