Bozcaada ve Ben ve Biz !

by - Nisan 30, 2018


        Tek akıllı sen misin kızım!

-          -23 Nisan Pazartesi’ye geliyor Metin, bir yerlere gitmeliyiz.
-         - Tamam olur, sakin kafa dinlemelik yerlere gidelim..

Dediler ve plansız yola çıktılar..

21 Nisan Cumartesi günü sabah saat 07:00’de kalktıklarında bile nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Hem yazlık hem kışlık birkaç parça eşya alıp anahtarı çevirdiler.

                Neden bilmem bu tatil saflığıma denk geldi. Beynim tamamen durmuş ve canımın ne istediğini bilemez haldeydim. Gidelim, ama nereye? Yapalım, ama ne?

1. gün.. 21 Nisan Cumartesi

Kaz dağları ilk ve tek rotaydı.  Kuş seslerin içindeki dağ evleri bizim için inanılmaz ve etkileyiciydi. Özellikle Jippe dağ evi ve İda Natura Otel harika 2 mekan. Harika olmasından sebep ki yer bulmak hele de böyle 3 günlük tatillerde imkansız oluyor. Nitekim öyle de oldu ve biz yolun daha başında kırılıverdik. İkisi de bizim gideceğim tarihlerde doluydu. (Jippe birkaç bungalovdan oluşan küçük butik bir yer, genelde yoga/meditasyon için gruplar tercih ediyor ve hop diye odalar bitiyor. Gizli bahçemi sizinle paylaşıyorum beni pişman etmeyin, dolup taşırmayın lütfen J ) X otele batık, doluydu. Y, Z otellerde de yer yoktu. Biz de alfabenin başına döndük ama nafile! Tek akıllı ben değilmişim, herkes kaçmış!
                Yol üzerinde Tekirdağ’a gelmeden ‘Şarköy Çiftlik’te güzel bir kahvaltı yaptık. Giderken de gelirken de yeri var ama biz Çanakkale’ye giderken soldakine (ters şeritte/petrol ofisi içinde) girdik. Gözlemesi muhteşem! Kesinlikle tavsiye ederim. Patatesli gözleme yedim. İncecik yufka da değil, kalın hamur da değil tam ortasını bulmuşlar ve inanılmaz doyurucu. Serpme kahvaltıları da var ama biz hızlıca yumurta + gözlemeyi tercih ettik. Ek bilgi; tostları da gayet başarılı gözüküyordu, yemedik hatrı kaldı.

Bence bir bakın, aklınızda olsun à  Tık!

Yol gidiyor, biz gidiyoruz ve hala yerimiz belli değil. Sağımız solumuz hem yeşil hem sarı. Muhteşem kanola tarlaları ezber bozan cinsten doğayı sarıya boyamış. Hep yeşil olan ağaçlara inat, mor, pembe, beyaz çiçeklerle bezenmiş bir sürü ağaçlar vardı. O an karar verdim ki, ilerde çocuğuma tarlaları sarıya, ağaçları mora boyayabileceğini öğreteceğim. Öğretmeni sorduğunda; 

Öörtmenim bu kanola tarlası, Tekirdağ- Çanakkale yolunda çok vardır. Bu ağaçlar da Çin Morsalkımı ve Erguvan. Tarlaların ortasında olabilir.” diyebilmeli..

Koku bizi aldı götürdü en uzaklara. Sarı, yeşil, mor.. doğa o kadar cömert davranmış ki ne yanımıza baksak gökkuşağı..















Renkleri ardımızda bırakarak şarkılara eşlik ediyorduk. Umarsızca gittiğimiz yolun bizi nereye götürdüğünü düşünmeden gülümsüyorduk. Neyse dedik, Çanakkale’ye gidelim de buluruz bir şeyler. Yer yok!


    Çanakkale şehitliklerine kadar gelmişken bastığımız toprakların anlamını bir kez daha görmek için saygı duruşuna geçtik ve tek tek şehitlikleri gezdik. İnanılmaz kalabalıktı, otobüslerin biri geliyor, diğeri gidiyordu. Bu harika bir şeydi ama tabi ki sorgulamadan da geçemedim!

    Can cana, yürek yüreğe çarpışan gencecik evlatları görünce yine tüylerim ürperdi. Nasıl dedim, nasıl geldik bu hale biz. Allah’ım sen bizi ve ülkemizi koru!

Saygımızı, duamızı ve minnettarlığımızı huzurlarına bırakarak sessizce yolumuza devam ettik. 






Çanakkale bitiyor biz hala nereye gideceğimizi bilmiyorduk. A CIK MIŞ TIK! Çanakkale’ye gelmişken şöyle sakince güzel bir yemek yiyelim dedik ama yol gittikçe sinirler geriliyor, mideler kazınıyordu. Ha gayret dedik, devam. Şuursuzca kendimizi Bozcaada yollarına vurduk.

(Çanakkale’den karşıya geçiş için farklı feribot güzergahları var. Trafiğe göre tercihinizi yapabilirsiniz. Biz Ecebat’tan geçmeyi tercih ettik. Feribot çok uzun sürmüyor yarım saatte diğer yakaya geçmiş oluyorsunuz.) 






      Ve Bozcaada tabelaları gözükmeye başladı. Adım adım takip ederek Geyikli üzerinden feribot iskelesine doğru yol almaya başladık.
      Hala otelimiz belli değil! 

Feribota gidilen yol üzerinde çok şirin bir otel bulduk aradık ve yerimiz var cevabını aldık. Sormadan sorgulamadan “yaz abi bizi, şimdi Bozcaada’ya geçiyoruz ama akşam saat 22:30’da geleceğiz” dedik ve gittik. 
Arabamızı feribota yakın bir yere park edip yürüyerek feribota bindik. Normalde 3 saatte bir olan feribot saatlerini 21-23 Nisan arasında saat başına çevirmişler hatta doldukça direkt beklemeden kalkıyorlardı. Yoğunluğu siz düşünün!
Biletleri gidiş dönüş veriyorlar. Araç 80 TL, yolcu 7 TL. Biz toplam 14 TL vererek sıra beklemeden prensesler gibi bindik akşam güneşi vuran feribota. 
Yazarın buradaki amacı; merkezden kalkan bir minibüsle gün batımını izlemeye gidip akşam feribotuyla da hala rezervasyonu duruyorsa oteline gitmek.

17:45 gibi adaya vardık. Feribottan iner inmez “Turist Information” kulübesinin oradan servis minibüsleri kalkıyor. Bizim bindiğimiz minibüs güzergahı şu şekildeydi; yol üzerinde bir şarapçıda durduk, 10 dk şarap tadım, foto çekimi + Ayazma plajının önünden geçiş + bir tepede fotoğraf çekimi + batık gemi (gemiyi parçaladıkları için artık güzergahtan kaldırmışlar, oraya uğramadan geçtik) +  Polente feneri dedikleri meşhur rüzgar güllerin olduğu gün batım seyir tepesi. Fiyatı kişi başı 20 TL. Turlar değişiklik gösteriyor mu açıkçası bilmiyorum, araştırmaya fırsatım olmadı çünkü 10 dk sonra kalkan bu minibüs günün son minibüsüydü, Hemen bindik. 















                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    
Bu arada dikkatli okuyucular fark edecektir ki; hala yemek yemedik! Bilet ücretlerini ödeyip amcaya yalvardık. “ çok açız, en yakından ne alabiliriz, bey amca” dedik. Koşa koşa Ziraat Bankası’nın karşısındaki bir çay bahçesinden tavuk döner + güzel bir arpa suyu aldık. Tavuk döner güzeldi, içi doluydu en azından fiyatı 6 TL- valla martı değildi ya- arpa sularına da 10’ar TL verip kese kağıdıyla (poşet kullanımı kesinlikle yasak!) adada koşturmaya başladık. En azından romantik bir yerde yiyecektik, martı eti de olsa gün batımına karşı ve can sevdiğimle birlikte.. kim bilir belki de o yüzden güzel gelmiştir.  Romantikliği bir kenara bırakın ama açlığınızı son dakikaya bırakmayın :)
Güneşi 20:00’de batırdık. Titreyerek.. Donmuştuk. Hava gerçekten inanılmaz soğuktu. Koşarak servise bindik ve ada merkezine doğru yola çıktık. Hava tatlı tatlı kararırken bizde feribot saatine kadar ne yapacağımızı planladık, bir arada sızdık tabi.
               
20:30-40 gibi ada merkezine ulaştık. 22:00 feribotuyla Geyikli’ye döneceğimiz için 21:30’a kadar vaktimiz vardı. Şu meşhur Çiçek Pastanesi’ne gitmeden tabi ki dönemezdim! 

Eskiden Çiçek Pastanesi’ndeki damla sakızlı kurabiyelerden ölümüne yerdim. Haksız mıyım? Bakın bi. Üstüne üstlük bir de kargo isterdim. Fakat şimdi.. bilemiyorum, tüm Bozcaada ve sakızlı kurabiye hayranlarının beni taşlamasından korkuyorum ama beğenmedim.. 2 ayrı dükkanları var adada. Ara sokakta ufak bir pastane olarak bir de meydanda halı sahanın arkasında biraz daha büyükçe, geç saate kadar açık çay bahçesi tarzında dükkanı var. Birer kahve ve tüm kurabiyelerden birer tane aldık. Kahveler çok iyiydi. Ama kurabiyeler.. Dedim ya ben ekstra almadım hatta 1 kurabiyenin yarısını da Metin’e verdim.

Hayal kırıklığıyla adım adım yürüdüm son feribota doğru. Uykum da gelmişti zaten. Bir kurabiye bu kadar üzebilir miydi insanı, çok sorguladım.
      22:30 gibi Geyikli’ye vardığımızda araçlar trafiğe karıştı, biz aralarından sıyrıldık. Sakin ve kısa bir yürüyüşle otelimize ulaştık. Pencereden ay manzarasını seyrederek mışıl mışıl uykuya daldık..


2. gün.. 22 Nisan Pazar

Günaydın, güneş! Pencereden ne de güzel geliyorsun.
Bi dakika! Dinlenme tatili olmayacak mıydı bu? Saat 08:30’daki uyanışın sebebi neydi?

Bugünkü plan oradan oraya savrulmadan sakince geçirilecek bir Pazar günüydü. Üşürüz diye hırkalarımızı, okuruz diye kitabımızı, yeriz diye fıstıklarımızı aldık ve güzel bir kahvaltı sonrası yine Bozcaada feribotuna yürümeye başladık.  Trafikte boğulan arabalara nanik yaparak bindik feribota ve güneşin alnımıza vurduğu açık alana oturduk. Saniyeler geçtikçe güneşi göremez olduk, İstanbul-Adalar vapuru gibi olmuştu ortalık. Deniz ve güneş manzarasında sadece insan gövdeleri vardı ve bu sadece 1 feribottaki kalabalıktı.

Birilerin üstünden geçerek feribottan indik, akşam adada yemek yemeden olmaz dedik ve ara sokaklarda gezip güzel bir yer aramaya koyulduk. Saat daha 12:00’ydi ve akşam için masalar rezerve edilmişti bile. Sandal Restaurant adadaki en meşhur yerlerden bir tanesi. Battı Balık ve Simyon’da onu izleyen diğer mekanlar. Sandal’da tuhaf bir çekim var çünkü diğer yerlerin kapısının önünde menü ve fiyatlar yazıyor fakat Sandal’da fiyat yok. Görevliyle birlikte içeri girip canlı canlı mezeleri gördüğünüzde tamam diyorsunuz ya burası olsun. Mezeleri inanılmaz güzel gözüküyordu. 
DİP NOT: çok fazla mekanla kıyaslayamam fakat burası gerçekten diğer yerlere göre pahalı. Mezelerin fiyatlarının yüksek olmasını anlar ve kabul ederim. Fakat standart 35’lik rakı için 120 TL demeleri bizi uçurumdan aşağı düşürdü. El yapımı lezzetler için paha biçemem -ki zaten tercihim direkt burası oldu- ama şişelenmiş ve her yerde olan bir şey için bu fiyatı kabul etmedik. Biraz durumu anlatmaya çalışınca rakıyı 100 TL’ye içtik. Olumlu bir şekil miydi, yoksa zaten kazıklıyorlar da normale mi indirdiler bir yorum yapamayacağım. 
(Neler yediğimizi, sonunda bize patlayan hesabı gün bitiminde paylaşacağım, şimdilik adanın gündüz haline devam edelim..)

Bir tatlı huzur almaya geldiğimiz bu yerde kalan son 2 bisikleti de kiralayıp yollara düştük. Arabalardan kendimizi kurtarıp Ayazma plajına kadar pedallamak ilk hedefimizdi. (Bozcaada merkezden sanırım 6-7 km uzaklıktadır) Hengameyi atlatınca şarkılar söyleyerek pedal çevirmeye başladık. Kendince spor yapan ben, bisikletle çıkılan yokuş olduğunda havlu attım. Ne nefes kaldı ne heves. 
-Aman! Öldüm ben, bittim ben. Bir daha bisiklet yok. diyerek sızlandığım sırada yol tatlı bir eğimle pedal çevirmemi durdurdu. Saldım kendimi aşağıya!

Heyoo, ben geldim Bozcaada, sevdiğimle gezmeye geldim!

Nasıl bir kalabalık! Yollarda in cin yokken vardığımız Ayazma Plajı’nda insanlar arabalarını kenara çekmiş hoppa cuppa denize atlıyor. Sahil şeridi gerçekten insan doluydu. Nisan mı yoksa Ağustos bayram tatili mi anlayamazdınız. Bu kalabalığı pas geçip size bizim gözümüzden Ayazma fotoğrafı paylaşıyorum.





  Plajın karşısında 1-2 tane restaurant var, biz Koreli Restaurant’ı seçtik. Double patates kızartması + 2 bira’ya 52 TL vermenin şaşkınlığıyla kumların üzerine oturduk. Neyse dedik ya hak ettik buz gibi biraları!


Rüzgar var, esiyor, kumlar patateslerin üzerine geliyor. Patatesler çıtır değil, yumuşak. Serilip de kitap okumaya ne hacet. Olmadı dedik. Hadi gidelim.!





Atladık bisikletlere. Uçarak indiğimiz yokuşu bisikletler elimizde tırmandık. Kısa bir viraj sonrası çok rahat pedallayarak ada merkezine ulaştık. Hedef; Kale’nin arkasındaki gizli bölge.
                
Hay aklımıza! Neden ilk buraya gelmemişiz ki. Denize 1 cm kala oturduk, güneş arkamızda. Sessiz ve kimsesiz. Fıstığımız ve güncel arpa sularımız insancıl fiyatlarla alındı ve huzura atlandı. Okuduğum              Kumral Ada, Mavi Tuna                bile anlam kazandı. İçime işledi her cümlesi. Saat 18:00 olmuşken hah dedim, tatil yeni başladı. 



An be an güneşin arkamızdan gidişini izledik ve gölgelerin gücü adına kalktık oturduğumuz yerden. Yemek saatine kadar adayı turladık. Sokaklara girip çıktık, müzik duyduğumuz yerde oturduk ve dans ettik.  

Ah be sokakta olmak ne güzel bir duygu!



Sandal Restaurant’ta rezervasyonumuz 19:30-21:30 arasındaydı. Bu da demek oluyor ki;1 masayı 2 kişiye rezerve ediyorlar. Sen askeriye sistemi gibi verilen saate kadar yemeğini yiyip kalkmak durumundasın. Bir yere mahsus bir şey değil bu, ada kalabalığından yapılacak bir şey kalmıyor. Ne yapalım dedik nasılsa 22:00’deki feribotla döneceğiz, kabul ediyoruz.

Deniz ürünleriyle aramız çift olarak pek iyi değil. Hakkını veremiyoruz açıkçası böyle mezelerin. Biz ortalama börtü böceksiz şeyler yiyoruz maalesefJ


Girit ezme (3 peynirle yapılan bol Antep fıstıklı bir meze) + Ege Karması (kurutulmuş domates, zeytin, ceviz, kuru üzüm, kaşar gibi Ege’ye ait şeyler) + Yoğurtlu ot (adadaki bilmem kaç çeşit ot) + Levrek marin + ara sıcak olarak Karidesli peynir köftesi + 35’lik rakıya 210 TL ödedik. 



      Mezelere bayıldık, hepsi hop hop kaydı valla ne yalan söyleyeyim. Ellerine sağlık yapanın ama sorgulamadan edemedik.  Bu fiyata biraz söylenip biraz da şükrederek çıktık açıkçası.


     Keyfimiz gıcır şekilde feribotla otelimize döndük. Güzel bir yürüyüş ve sahilde geçirilen vakit sonrası günümüzü bitirdik ve yarına hazırlık için penceren gözüken ay’a selam söyledik. 

3. gün.. 23 Nisan Pazartesi
Günaydın sendromsuz pazartesi, günaydın uzaklar, adalar, kuşlar…



Akşam yediklerimizden sonra kahvaltı için biraz düşündük fakat bir kahve ve 1 dilim çıtır çıtır ekmekten vazgeçemedik. Sahilin dibindeki masamıza oturduk ve biten tatilimize kocaman gülümsedik. Oyalanmadan yola çıkmak en güzeli olacaktı. 

Bakmayın yazmak gibi kolay değildi yaşamak, yorulduk baya!

12’ye doğru arabamıza atlayıp yolları ardımıza bırakarak düştük evimizin hasretine. 
(Buradan bir ipucu vermek isterim. Eve dönüş için Çardak-Gelibolu feribotu kullandık. 2 oldu bu güzergah ile trafiği ve araç sırasını atlatıp hop diye geçiyoruz. Siz yine de navigasyona ve internet sitesine bakmadan aman ha yönelmeyin.!)



Hep derim, biz hem hancı hem yolcuyuz Metin’le. Bu yüzden bir yanımız gitmeye merak, bir yanımız dönmeye..


You May Also Like

0 yorum